Bir zamanlar Hanzade vardı...(10)
Hanzade, annemin trafik kazasından ani vefatıyla çok derin acılara yol aldı hepimiz gibi.Fakat O en küçüğümüz olduğu için daha çok etkilendiğini düşünüyorum.Konya'da görev yaparken, memleketinden uzak yalnızken, aklında bakıma ihtiyacı olan babam vardır...bir de O'nu erken kaybetmekten korkan Hanzade'nin sorumluluk duyguları içindedir hep.Babam mevsimsel allerjiler,romatizmal hastalıklar, romatoit artrit,fizyolojik bronşit hastasıydı,ağrılarıyla yaşama savaşı veriyordu.Annem öldüğünde babam ise 71 yaşındaydı.Annem babamdan sekiz yaş küçüktü.. .Hiçbir hastalığı olmayan annemin 63 yaşında ani ölümü babamı perişan etmişti manen.Babam sürekli perhiz yemekleri yerdi.Kızartma, ağır yağlı, bayat yemekler yiyemez, yese bile mutlaka midesi bozulur,hazımsızlık, ateş, kusma baş ağrısı çekerdi.Annem babama hergün taze yemek pişirirdi bu nedenle.Babam sık sık terler, iç çamaşırlarını değiştirirdi. Terlemez ise ağrıları artardı.Ağrıları hareket edince hafiflerdi bu nedenle bahçede ufak tefek işlerle vakit geçirirdi,sürekli meşgul ederdi kendini.Hepimiz evli iş-güç sahibiydik,sadece Hanzade bekardı.Babama hepimiz bakıyorduk ama, babam kendi evinden ayrılmak istemezdi.Bu nedenle babamın kronik hastalıkları için bakıma ihtiyacı olduğuna dair heyet raporu alındı hastaneden. Bu rapora dayanılarak, bekar kız evladının Konya'dan Ordu'ya tayini talep edildi Milli Eğitim Bakanlığından.Fakat tayin için uğraşmak zorunda kaldı Hanzade.O zamanlar Ankara'da yaşayan Gülay ablamın eşi Abdulkadir Yılmaz milli eğitim bakanlığında çalışıyordu.Arkadaşlarına ailemizin durumunu anlatarak tayini yaptırır özel çabalarıyla.Böylece 1986 yılının şubat ayında Ordu İmam Hatip Lisesine atanır.Artık babamla yaşamaya başlar.Babamla ölene kadar beraberlikleri böyle başladı.Annemin ölümüyle oluşan travmayı birlikte atlattılar.Hanzade Ordu'ya tayin edildikten kısa sürede o yıl 26 nisan 1986 da Rusya'da Çernobil nükleer santrali patlamış ve etrafa radyasyon yaymaya başlamıştı.İlk etkilenen bölgeler tüm santral çevresi ve doğu Karadeniz bölgesiydi. İlk etki patlamayla ölenler Çernobil içinden oldu,sonraki etkiler ise radyasyon etkisiyle çocuk doğumlarında rastlanılan anomaliler oldu.Sızan radyasyonun etkilerinin toprakta 300 sene süreceği, havadan sudan topraktan etki alan insanlarda da kanser patlamasının 30-40 yılda olacağı bilirkişiler tarafından açıklanmıştı...Kader ağlarını örüyordu farkında değildik.Şimdi Doğu Karadenizde kanserden ölenlerin çoklüğuna bakınca ne kadar doğru bir tesbit olduğunu anlıyoruz ama heyhat...Önlem alınamıyorsa hala neden nükleer santraller açılır bilmem.Burada ki kar zarar hesabını kendine yontarak yapanlara yazıklar olsun!
Hanzade Konya'da görev yaptığı lisede çalışırken, üniversiteden arkadaşlarıyla da zaman zaman görüşmekteydi.Hatta Zehra Utkun matematik öğretmeni olarak tayin edildiği Bolu'nun Kıbrıscık ilçesinden gelip yanında tatil yapmıştı.Zehra Utkun, Mühibe Parlak öğrencilik yıllarından temelini almış kadim dostlarıydı.Zaman zaman da Ordu'ya gelmişlerdi bu iki kadim dost. Zehra'nın ilk Ordu'ya gelişinde büyük ablamızın evine uğrayıp Hanzade ile görüşmek istemesi ailede ne zaman anlatılsa hep bizleri kahkahalara boğar.Ablamın görümcesi kapıyı açıp Zehra'yı gördüğünde, erkek kılığına girmiş kadın zannederek eve almak istememiş ilk geldiğinde.Sevgili Zehra, erkek egemen toplumda kadın olarak var olmanın kendince savaşını yaşadığı zaman içinde hep yapmıştı.Erkek gibi giyinir,kısa saçlı, makyajsız, spor giysili bir kızdı.Ciddi ağır abi görünümü yanıltırdı sohbet edenleri...Zeki hazır cevap cesur ve mizahçı konuşma tarzıyla ailemizin her üyesinde sevgi yaratmıştı.Zehra erkeklere tanınan özgürlüklerin kızlara tanınmadığı bir toplumda, güneydoğu Anadolu'da doğmuş büyümüş, ailesinin ilk okuyan kızı olma başarısını, abilerine rağmen elde etmiş biriydi.O'nun ataerkil toplumda var olma savaşına tanıklık etmiş kardeşim Hanzade, empati yapma ustası olarak Zehra'yı kardeşi gibi özümsemişti.Zehra sadece Hanzade'nin değil hepimizin kardeşi olmuştu.Onca eşitlik savaşına rağmen, içinde gizli kalmış feodal duyguları nedeniyle erkeklere daha fazla hak tanırdı sanki.Benim iki kızım vardı, illa bir erkek çocuk sahibi olmamı çok istemişti:))''Ben çalışıyorum, kızları zor büyüttüm, hem kardeş de istemiyor kızlar''dediğimde,''sen o kızların ağzına bakma,S.....ret postalları,doğur bir tane daha Aysun abla,belki oğlun olur,kimse bakmazsa ben bakarım korkma!''şeklinde gaz vermelerine hala sevgiyle,özlemle gülerim. Zehra'nın çok anıları var, hele bir tanesi ömre bedeldi. Hanzade'nin Ordu İmam Hatip Lisesinde beş sene öğretmenlik yapması esnasında, çok sevdiği arkadaşları olmuştu.Bunların üçünü ben de tanıyorum: Melek Çol, Fahriye Efendioğlu,Münevver Köymen ilk aklıma gelenler... Hanzade bu arkadaşlarıyla da ömür boyu dost ve kardeş kaldı. Kızların hepsi güzeldi, fakat Melek Çol koyu mavi gözleri ve düzgün profiliyle sinema sanatçısı Fatma Girik'in Ordu şubesi gibiydi adeta.İşte Melek, Hanzade,Fahriye,Zehra fırsat buldukça beraber tatile giderlerdi. Hanzade'nin Erdek öğretmenler kampında devre mülkü vardı.Bazen oraya bazen de Türkiye'nin sıcak deniz kenarlarında(Bodrum,Datça,Fethiye,Antalya) tatil yaparlardı yaz aylarında.İşte bu yaz tatillerine gittikleri bir günde, bir yerden bir yere Zehra'nın Melek ile alışveriş yapıp beraberce kızlarla buluşması gerekmekte. Çok sıcak yaz günlerinden biridir Antalya'da...Alışveriş sonrası dolmuş bekledikleri dükkanın önünde gölgeye sığınmışlar.Dükkan sahibi çıkıyor dışarıya ve Melek Çol'a ''Hanımefendi, sıcakta durmayın buyrun dükkanda bekleyin'' der.Melek teklifi kibarca geri çevirir,zaten dolmuş bekliyorlardır... bunun üzerine dükkan sahibi bir tabure verir oturması için.Zehra elinde tesbihi, başında kasketi,diğer elinde sigarası ile hemen adama terslik yapar:''Lan pezevenk,senden tabure isteyen mi oldu?Çekil yaklaşma buraya açıkgöz seni''Çok şaşırır Melek, zira dükkan sahibi jest yapmıştır,bu tip jestler normaldir Melek için,mahçup olur.Bir şey diyecek olur Zehra kabadayı vaziyette susturur ''tamam'' der ve o esnada gelen dolmuşa binip uzaklaşırlar.Eve geldiklerinde evdeki kızlara Fahriye ve Hanzade'ye durumu mahçup ve kızgın anlatmaya çalışır Melek. Zehra susturur ''Melek sen anlamazsın ben bilirim bu heriflerin kafasından geçenleri.Gördü akça pakça kızı, yılışmaya yer aradı, ben de ağzının payını verdim''Tabi bölgesel coğrafik görüş açılarını fark eden kızlar kahkahalarla Zehra'nın tavrına gülerler ve bu anı bir araya her geldiklerinde anlatıldı yıllar boyu...Fakat Zehra hayatı boyunca kızları koruyucu kollayıcı tarzını değiştirmedi sadece lisanını daha kırıcı olmadan kullandı.
Melek ve Fahriye ilk Zehra ile tanışmalarını şöyle anlatırlar:1987 yılının yaz tatilinde, İmam Hatip Lisesinden arkadaşları Hanzade ile Erdek tatil sitesinde buluşacaklardır.Aşağıda Hanzade anonsla çağrılır. Hanzade, Zehra ile aşağıya iner.Kızlar Hanzade'nin yanında erkek gibi giyinmiş, Zehra'yı görünce çok şaşırırlar, tanışma süresince Zehra onlara çok soğuk davranır.Zehra bu tanışmayı aradan 10 yıl geçince şöyle anlatmış:''Beni görünce çok şaşırdılar, hele bu Melek yavrum ,şaşkınlığından zaten iri olan mavi gözleriyle daha irileşerek bana baktı çocuk saflığında.Fahriye ise, daha siyasiydi, hiç renk vermedi, normal davrandı.Zamanla her tatillerimizde Hanzade sayesinde bir araya geldik, dostluğumuz başladı, beni olduğum gibi kabul ettiler,hatta can dostu kardeş-bacı olduk''Sonradan Zehra'nın akrabası elektronik mühendisi Mustafa bey ile Fahriye'nin tanışıp evlenmesi 10 yıl geçtikten sonra oldu, Zehra'nın girişimleriyle.''Güneydoğu insanları Karadenizliler gibi hemen fikir beyan etmede acele etmezler'' diyor Melek, ''aradan 10 yıl geçince bizim hakkında fikirlerini ancak söyleyebildi Zehra.İmbikten geçmiş, ölçülüp tartılmış fikirler bunlar.Önce can dostu kardeşi Hanzade'den bizleri kıskandı, ancak zaman geçince bizleri de sevdi, kıskanmayı değil kardeşliği seçti
''
Zehra'nın ailesi terör nedeniyle 12 eylül askeri darbe sonrası,rahat edebilmek için İzmir'e taşınmışlardı. Ne zaman Bodrum, Datça seyahatimiz olsa, onlara uğrar, çok güzel konuk edilirdik.Evdeki düzen sessizlik temizlik hizmet bizleri şaşırtırdı. Zehra'nın kız yeğenleri sessizce tertemiz ettikleri evlerinde, (yağ dök yala aynen abartısız durum bu) harika konuk ağırlarlardı. İçli köftelerden, sarmalara,kısır ve acılı patlıcan kebaplarına kadar bize dört dörtlük ziyafet çekilmişti konukluğumuz süresince.O kızlar uzun örgülü saçlarıyla, ağızlarının içinde dillerini belli etmeden öyle güzel çalışırlardı ki evin içinde, seslerini asla duymazdık.Bizim kızlar ise şaka şamata rahat hareket ederken bu terbiye ve konukseverlik bizi çok etkilemişti.Güneydoğunun yemeklerine Hanzade sayesinde tutkun olmuştuk.Bizim Karadeniz yemekleri yöresel tadımızı Zehra hiç beğenmezdi. Daha çok balık ve sebze kökenli yemeklerimizi sasık bulurdu, yemek yapanlarımızı da beceriksiz.Zehra bir keresinde Ankara'ya doktor kontrolü için geldiğinde, benim kızların talebe evine konuk olmuştu. Ben Ordu'dan telefon açmış kızıma Zehra'yı rahat ettirmeleri için talimat vermiştim.Daha sonra Zehra ile bir araya geldiğimizde ''rahat ettin mi?'' diye sormaya kalktım, ağzıma tıkadı''Aysun, senin kızlardan ne köy olur ne kasaba, onlardan karı olmaz,karı dediğin işten güçten anlayacak,yemek yapmayı şahane bilecek, ev işlerinde dört dörtlük olmadan bir işe yaramazlar''Kızlar o zamanlar öğrenci, evlerinde yemek işini pratik çözümlerle halletmekte idiler. Zehra'nın kız yeğenleri gibi sessiz ve işgüzar, yemek ev işlerinde usta değillerdi tabi ki.Ben çalıştığım için evde sürekli yardımcım olurdu, kızlar büyürken ne ev düzeniyle ne de yemekle uğraştılar.Benim kızlar pratik yemeklerle idare ettikleri öğrencilik yıllarında,demokratik haklarını savunmada da çok iyi hatip olduklarından Zehra onlara kırık not vermişti, çünkü kız dediğin sessiz olurdu:))Bunu her anlattığımda ailede bir kahkaha kopardı.
İşte yurdun çeşitli yörelerinden gelen kızların arkadaşlığı ve dünya görüşlerindeki zıtlığa rağmen, sevgi, empatiye dayalı saygı ikileminde yıllarca sürdü.Öbür aleme gidenlere rağmen sürmekte...
Hanzade Konya'da görev yaptığı lisede çalışırken, üniversiteden arkadaşlarıyla da zaman zaman görüşmekteydi.Hatta Zehra Utkun matematik öğretmeni olarak tayin edildiği Bolu'nun Kıbrıscık ilçesinden gelip yanında tatil yapmıştı.Zehra Utkun, Mühibe Parlak öğrencilik yıllarından temelini almış kadim dostlarıydı.Zaman zaman da Ordu'ya gelmişlerdi bu iki kadim dost. Zehra'nın ilk Ordu'ya gelişinde büyük ablamızın evine uğrayıp Hanzade ile görüşmek istemesi ailede ne zaman anlatılsa hep bizleri kahkahalara boğar.Ablamın görümcesi kapıyı açıp Zehra'yı gördüğünde, erkek kılığına girmiş kadın zannederek eve almak istememiş ilk geldiğinde.Sevgili Zehra, erkek egemen toplumda kadın olarak var olmanın kendince savaşını yaşadığı zaman içinde hep yapmıştı.Erkek gibi giyinir,kısa saçlı, makyajsız, spor giysili bir kızdı.Ciddi ağır abi görünümü yanıltırdı sohbet edenleri...Zeki hazır cevap cesur ve mizahçı konuşma tarzıyla ailemizin her üyesinde sevgi yaratmıştı.Zehra erkeklere tanınan özgürlüklerin kızlara tanınmadığı bir toplumda, güneydoğu Anadolu'da doğmuş büyümüş, ailesinin ilk okuyan kızı olma başarısını, abilerine rağmen elde etmiş biriydi.O'nun ataerkil toplumda var olma savaşına tanıklık etmiş kardeşim Hanzade, empati yapma ustası olarak Zehra'yı kardeşi gibi özümsemişti.Zehra sadece Hanzade'nin değil hepimizin kardeşi olmuştu.Onca eşitlik savaşına rağmen, içinde gizli kalmış feodal duyguları nedeniyle erkeklere daha fazla hak tanırdı sanki.Benim iki kızım vardı, illa bir erkek çocuk sahibi olmamı çok istemişti:))''Ben çalışıyorum, kızları zor büyüttüm, hem kardeş de istemiyor kızlar''dediğimde,''sen o kızların ağzına bakma,S.....ret postalları,doğur bir tane daha Aysun abla,belki oğlun olur,kimse bakmazsa ben bakarım korkma!''şeklinde gaz vermelerine hala sevgiyle,özlemle gülerim. Zehra'nın çok anıları var, hele bir tanesi ömre bedeldi. Hanzade'nin Ordu İmam Hatip Lisesinde beş sene öğretmenlik yapması esnasında, çok sevdiği arkadaşları olmuştu.Bunların üçünü ben de tanıyorum: Melek Çol, Fahriye Efendioğlu,Münevver Köymen ilk aklıma gelenler... Hanzade bu arkadaşlarıyla da ömür boyu dost ve kardeş kaldı. Kızların hepsi güzeldi, fakat Melek Çol koyu mavi gözleri ve düzgün profiliyle sinema sanatçısı Fatma Girik'in Ordu şubesi gibiydi adeta.İşte Melek, Hanzade,Fahriye,Zehra fırsat buldukça beraber tatile giderlerdi. Hanzade'nin Erdek öğretmenler kampında devre mülkü vardı.Bazen oraya bazen de Türkiye'nin sıcak deniz kenarlarında(Bodrum,Datça,Fethiye,Antalya) tatil yaparlardı yaz aylarında.İşte bu yaz tatillerine gittikleri bir günde, bir yerden bir yere Zehra'nın Melek ile alışveriş yapıp beraberce kızlarla buluşması gerekmekte. Çok sıcak yaz günlerinden biridir Antalya'da...Alışveriş sonrası dolmuş bekledikleri dükkanın önünde gölgeye sığınmışlar.Dükkan sahibi çıkıyor dışarıya ve Melek Çol'a ''Hanımefendi, sıcakta durmayın buyrun dükkanda bekleyin'' der.Melek teklifi kibarca geri çevirir,zaten dolmuş bekliyorlardır... bunun üzerine dükkan sahibi bir tabure verir oturması için.Zehra elinde tesbihi, başında kasketi,diğer elinde sigarası ile hemen adama terslik yapar:''Lan pezevenk,senden tabure isteyen mi oldu?Çekil yaklaşma buraya açıkgöz seni''Çok şaşırır Melek, zira dükkan sahibi jest yapmıştır,bu tip jestler normaldir Melek için,mahçup olur.Bir şey diyecek olur Zehra kabadayı vaziyette susturur ''tamam'' der ve o esnada gelen dolmuşa binip uzaklaşırlar.Eve geldiklerinde evdeki kızlara Fahriye ve Hanzade'ye durumu mahçup ve kızgın anlatmaya çalışır Melek. Zehra susturur ''Melek sen anlamazsın ben bilirim bu heriflerin kafasından geçenleri.Gördü akça pakça kızı, yılışmaya yer aradı, ben de ağzının payını verdim''Tabi bölgesel coğrafik görüş açılarını fark eden kızlar kahkahalarla Zehra'nın tavrına gülerler ve bu anı bir araya her geldiklerinde anlatıldı yıllar boyu...Fakat Zehra hayatı boyunca kızları koruyucu kollayıcı tarzını değiştirmedi sadece lisanını daha kırıcı olmadan kullandı.
Melek ve Fahriye ilk Zehra ile tanışmalarını şöyle anlatırlar:1987 yılının yaz tatilinde, İmam Hatip Lisesinden arkadaşları Hanzade ile Erdek tatil sitesinde buluşacaklardır.Aşağıda Hanzade anonsla çağrılır. Hanzade, Zehra ile aşağıya iner.Kızlar Hanzade'nin yanında erkek gibi giyinmiş, Zehra'yı görünce çok şaşırırlar, tanışma süresince Zehra onlara çok soğuk davranır.Zehra bu tanışmayı aradan 10 yıl geçince şöyle anlatmış:''Beni görünce çok şaşırdılar, hele bu Melek yavrum ,şaşkınlığından zaten iri olan mavi gözleriyle daha irileşerek bana baktı çocuk saflığında.Fahriye ise, daha siyasiydi, hiç renk vermedi, normal davrandı.Zamanla her tatillerimizde Hanzade sayesinde bir araya geldik, dostluğumuz başladı, beni olduğum gibi kabul ettiler,hatta can dostu kardeş-bacı olduk''Sonradan Zehra'nın akrabası elektronik mühendisi Mustafa bey ile Fahriye'nin tanışıp evlenmesi 10 yıl geçtikten sonra oldu, Zehra'nın girişimleriyle.''Güneydoğu insanları Karadenizliler gibi hemen fikir beyan etmede acele etmezler'' diyor Melek, ''aradan 10 yıl geçince bizim hakkında fikirlerini ancak söyleyebildi Zehra.İmbikten geçmiş, ölçülüp tartılmış fikirler bunlar.Önce can dostu kardeşi Hanzade'den bizleri kıskandı, ancak zaman geçince bizleri de sevdi, kıskanmayı değil kardeşliği seçti
''
Zehra'nın ailesi terör nedeniyle 12 eylül askeri darbe sonrası,rahat edebilmek için İzmir'e taşınmışlardı. Ne zaman Bodrum, Datça seyahatimiz olsa, onlara uğrar, çok güzel konuk edilirdik.Evdeki düzen sessizlik temizlik hizmet bizleri şaşırtırdı. Zehra'nın kız yeğenleri sessizce tertemiz ettikleri evlerinde, (yağ dök yala aynen abartısız durum bu) harika konuk ağırlarlardı. İçli köftelerden, sarmalara,kısır ve acılı patlıcan kebaplarına kadar bize dört dörtlük ziyafet çekilmişti konukluğumuz süresince.O kızlar uzun örgülü saçlarıyla, ağızlarının içinde dillerini belli etmeden öyle güzel çalışırlardı ki evin içinde, seslerini asla duymazdık.Bizim kızlar ise şaka şamata rahat hareket ederken bu terbiye ve konukseverlik bizi çok etkilemişti.Güneydoğunun yemeklerine Hanzade sayesinde tutkun olmuştuk.Bizim Karadeniz yemekleri yöresel tadımızı Zehra hiç beğenmezdi. Daha çok balık ve sebze kökenli yemeklerimizi sasık bulurdu, yemek yapanlarımızı da beceriksiz.Zehra bir keresinde Ankara'ya doktor kontrolü için geldiğinde, benim kızların talebe evine konuk olmuştu. Ben Ordu'dan telefon açmış kızıma Zehra'yı rahat ettirmeleri için talimat vermiştim.Daha sonra Zehra ile bir araya geldiğimizde ''rahat ettin mi?'' diye sormaya kalktım, ağzıma tıkadı''Aysun, senin kızlardan ne köy olur ne kasaba, onlardan karı olmaz,karı dediğin işten güçten anlayacak,yemek yapmayı şahane bilecek, ev işlerinde dört dörtlük olmadan bir işe yaramazlar''Kızlar o zamanlar öğrenci, evlerinde yemek işini pratik çözümlerle halletmekte idiler. Zehra'nın kız yeğenleri gibi sessiz ve işgüzar, yemek ev işlerinde usta değillerdi tabi ki.Ben çalıştığım için evde sürekli yardımcım olurdu, kızlar büyürken ne ev düzeniyle ne de yemekle uğraştılar.Benim kızlar pratik yemeklerle idare ettikleri öğrencilik yıllarında,demokratik haklarını savunmada da çok iyi hatip olduklarından Zehra onlara kırık not vermişti, çünkü kız dediğin sessiz olurdu:))Bunu her anlattığımda ailede bir kahkaha kopardı.
İşte yurdun çeşitli yörelerinden gelen kızların arkadaşlığı ve dünya görüşlerindeki zıtlığa rağmen, sevgi, empatiye dayalı saygı ikileminde yıllarca sürdü.Öbür aleme gidenlere rağmen sürmekte...
Yorumlar